29 Haziran 2011 Çarşamba

Adı Friendship Bracelet (mış)

biz son zamanlarda mon ami ile friendship bracelet işine sardık. ki adının bu olduğunu da ben yine mon ami'den öğrenmiş bulunuyorum : )

önce ben -saftirik- atladım, "yafu ben yapardım küçükken bunlardan! yaparız nedir yani" diye. "yeniden moda olmuş hay allah. bileydim atmazdım, yüzlerce yaptım ben zamanında hahah" gibi ukelaklıklara bile yer verdim söylemlerimde.

derken iplerimi aldım, bi heves hatırlama turlarına başladım. ancak, "kendime de yaparım sana da yaparım ona da yaparım buna da yaparım..." desem de bi tane bile yapmayı beceremedim..
üşengeçlik ve yaşlandıkça baş gösteren kabiliyet kıtlığı buna sebep olarak gösterilebilir tabi :))

sonra hafta sonu mon ami'nin bileğine bi baktım ki ip almakla, öğrenmekle kalmamış bi de oturmuş bıdık bıdık düğümlemiş takmış koluna..

eee o zaman ben durur muyum dedim, dün gece 2 saat başından kalkmadan bi solukta Level-1 düzeyinde (ki mon ami Level-3'le felan başlamış:) bitanesinden düğümleyiverdim..

((: bakın bakın :))
-benim cep telefonum dandik, öle instagram felan olmuyo. budur o nedenle foto, hıh-

aynen örgü gibi, kafa bozuksa -ki o kafa her zaman biraz biraz bozuktur- pek de güzel deşarj etmekte insanı..

şimdi -üşenmezsem- diğer motifler üzerinde uğraşıcam...
hediye etmeyi planladıklarım var hem sürüyle :))

motifler için de şahane bir site bulduğum kanaatindeyim; TIK TIK!


böleyken
böle
işte... : )

5 Mayıs 2011 Perşembe

Biz Dün...


çok acayip bir film izledik.
vizyo
ndan kalkmadan yetişebildiğimiz için bugün itibariyle kendimi çok şanslı gördüğüm bir film izledik.Issız Adam filmini izledikten sonra, bir çok erkeğin kendini şuursuzca Alper ilan etmiş olması gibi, eminim bu filmi izledikten sonra da -bilip bilmeden, anlamadan etmeden- kendini bir Mete bir Kaan ilan edecek olanlar vardır. peşinen söylemek lazım, değilsiniz arkadaşlar. sakin olun!







.::Kaybedenler Kulübü::.filme gelecek olursak. tuhaf duygu dalgaları uyandıran bir yanı var illa ki. detaylar harika, müzikler çok çok güzel... film boyunca ağlamadım, ama ağlasam ağlardım. bir çok yerinde çok güldüm, o kadar çok düşünce yakalamasaydım zihnimde, daha çok gülebilirdim...
başarılı.. çok ama çok
başarılı bir film!filmin gerçek olması benim daha da çok etkilenme sebebimdir belki de.
öyleyse; bir
tık buraya, bir tık da buraya..











 



"Mete: üff eski sevgilimi hatırladım ya
Kaan: hangisini?
Mete: ya, işte onu hatırlıyamadım... "
" Mete: hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyo mu? ya da bişeyin?
Kaan: ewet.. ewet fark ettim bunu. her fark ettiğimde de gitmek istedim.
bazı insanlar aile kurmaya önem werirler, yani buna değer verirler. bazılarıysa, başka bi takım şeylere değer verirler. bunlara değer verirken "niye" değer verdiğini düşünmez bile toplumun içinde erimiş olan birey... "
 
"sıvı. zamansız öldürülmüş bir ejderin kanı gibi. köpürerek yükseliyo. ve yakıcı. yalnızlık kadar... "
"ölümün var olduğu bir yerde, hiç bir şey ciddi değildir.


"PS: nejat işlerin ürkütücü şekilde boşbakana benzemesi, kendisini bildim bileli duyduğum sempatiyi nasıl da yerle viran etmiş! dün bi kez daha anladım.. böhü ;(

28 Nisan 2011 Perşembe

Converse Aşkına!

bence converse'lerin her türlüsü şahanedir. yine de benim tercihim her daim rengarenk olanlarından yana olmuştur.. hatta mümkünse desenli isterim, pek severim :)
dün converse'in internet sitesinde gezerken, bikaç tane model de kendim yaratayım dedim..
kısa süreli uğraşımın sonucunda kendi zevkime uygun bikaç converse yarattım ama gelin görün ki siteden kargo imkanının olmadığını gördüm! yıkıldım tabi..
hoş atıp tutmanın da lüzumu yok. zaten henüz yurt dışından alışveriş yapacak cesareti toplayamadım... :)
yine de hepsi benim olsun
benim olsun lütfennn !!















kendi converse'ini yaratmak ve satın alamadığı için benim gibi hüsrana uğramak isteyenler için.. TIK!

25 Mart 2011 Cuma

Aldı Verdi Kim Kimi Yendi?

 
 
günlerdir önlenemez bir alışveriş yapma durumum mevzu bahis. avm'lere gitmeye çok da fırsat bulamayan ben, online alışweriş sitelerine dadanmış ve gerekli-gereksiz bir çok şey almış bulunuyorum.
bu durumdan endişe duyan bir de sevgilim var. 
şaşkınlıkla gözlemliyor bir süredir beni :)  
sonunda Gülse Birsel'in aşağıdaki yazısını gönderdi bugün bana... okuyalım mı?




'' Alışveriş Merkezleri Mutluluk Satar Mı?
Amerika'nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak! Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?"la ilgili. Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına. Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinme'nin mutluluk getirmediğini öğrenen dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor.  Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesud ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yogaderslerine ve tatillere harcıyorlar.

*YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET! *
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeleslı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor. 

*New York Times * gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.

*SANKİ ALIŞVERİŞ İÇİN YAŞIYORUZ*
Bi de tabi, herkes gider Mersin'e, biz... Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün haberlerde, yastıkların 1 TL'ye satıldığı bir indirim dükkânında birbirini ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor: "Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke 10 tane daha taşıyabilseydik! Muhtemelen dört kişi olan bu ailenin 20 adet yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı, mümkün olduğu kadar çabuk alıp, evlerine götürmek için yaşıyor! Alışverişe niyeti olmayan bile vitrin bakıp hayal kuruyor. Konsere gidip keman çalmayı, müzeye gidip ressam olmayı hayal eden pek az. Hayat amaçlarımız genelde "Bazı ürünleri edinmek," üzerine kurulu. 70'li yıllarda bir siyah beyaz televizyon, bir adet buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi ve salonda üzeri tığ işi örtülü sabit hat telefonu olan her aile kendini son derece zengin ve konforlu hissederdi. Sonra işler yavaş yavaş değişti. Artık cep telefonu bu yılın modeli olmayan vatandaşın devlete isyan edesi var. Almaya doyup 'hayatı sadeleştirme' aşamasına ne zaman geliriz, o meçhul.
Gülse BİRSEL ,,

1 Mart 2011 Salı

Söyleyecek Söz Bulamadım




















  


bu kadarına da

artık

yüksek müsaadenizle 

YUH !!!!  

demek isterim.......

Bir Grup Blogger'dan Başbakana Açık Mektup / Manifesto

Sayın Başbakan,
Basında yer alan içki yasakları haberleri nedeniyle hazırlamaya başladığımız bu manifestonun konusunu, 2011 Türkiye’sinde yaşanan “sosyal hayata yapılan müdahaleler” oluşturmaktadır.

Bizler kim miyiz?

Biz yan dairedeki komşunuzuz, biz bakkaldaki çırağız, biz üniversite öğrencisiyiz, biz vergisini kuruşu kuruşuna veren çalışanlarız, biz devletin memuruyuz, biz doktoruz, biz öğretmeniz, biz kesinlikle nedeni içkiden olmayan işsiziz, biz restoran sahibiyiz, biz çiftçiyiz, biz fabrikatörüz, biz akademisyeniz, biz reklamcıyız, biz asker çocuğuyuz, kısacası biz bu ülkenin dünü, bugünü ve geleceğiyiz. Ve biz içki içmeyi seviyoruz. Ama biz bugüne kadar bunu söylemeyi gerekli görmemiştik. Ama şimdi son derece gerekli görüyoruz ve sıralıyoruz:

1.Bizler, her türlü özgürlüğü kısıtlayıcı müdahaleye karşıyız.

2.Bizler, ikiyüzlü demokrasiye karşıyız.

3.Biz “aslı olmayan korkular cumhuriyeti” yaratmaya çalışanlara karşıyız.

4.Biz, topluma karşı sorumlu birey yetiştirmenin yasaklardan geçmediğine inanıyoruz.

5.Biz, bu tip konularda başkasından koruma istemiyoruz; hepimizin kendini koruyabilecek bilinçli bireyler olduğunu biliyoruz.

6.Bir toplumu güzel kılan şeyin farklılıklar olduğuna inanıyoruz.

7.Bizler, demokrasiye inanıyoruz.

8.Bizler, yasakların ileride daha vahim sonuçlar doğuracağına inanıyoruz.

9.Biz, “içki seviyoruz” deme zorunluluğu hissetmeden içki içmek istiyoruz.

10.Biz, bu yüzden alkolik, serseri, işe yaramaz olarak yaftalanmak istemiyoruz.

11.Bizler her medeni toplumdaki medeni insanlar gibi içkinin keyifli anlarımıza eşlik etmesinden hoşlanıyoruz.

12.İçkinin bir amaç değil araç olduğunu düşünüyoruz.

13.Bizler çocukların ve 18 yaşından küçük gençlerin içki ve sigara içmelerine kesinlikle karşıyız.

14.Biz 18 yaşında gençlerin silah kullanmasına da karşıyız.

15.Biz bugüne kadar 18-24 yaş arası TC gençleri nasıl yaşadıysa öyle yaşamak; hatta daha da özgür bir ortamda yaşamak istiyoruz. Fakat özgürlüklerin sınırlarına da inanıyoruz.

16.Biz gençken eğlenmek, yaratmak, etkilenmek istiyoruz. Bunun da gelecekte daha sağlıklı, sosyal hayatında ayakları yere daha sağlam basan bireyler yetiştireceğine inanıyoruz.

17.Biz, gece hayatını seviyoruz.

18.Biz, gece hayatını sadece alkol ve cinsel içerikli olarak gören zihniyete karşıyız.

19.Biz bir konsere gitmenin, müzik dinlemenin, insan için geliştirici etkinlikler olduğunu düşünüyoruz.

20.Biz, bir konser dinlerken, notalara bir kadeh de içki eşlik etsin istiyoruz.

21.Biz, dünya starlarını görmek istiyor, bu konuda Dünya’dan geri kalmak istemiyoruz.

22.Biz, tüm çağdaş memleketlerin gençleri gibi kendimizi en özgür hissettiğimiz müzik festivallerine katılmak istiyoruz.

23.Biz, sanatçıların eserlerinin tanıtılması için çaba harcayan sanat galerilerin gala davetlerinde, bir kadeh içki alıp eserleri seyre dalmak istiyoruz.

24.Bizler, 40 yıllık bakkalımızdan 40 yıldır olduğu gibi içkimizi almak istiyoruz.

25.Bizler, düğünlerimizde sevincimizi paylaşan misafirlerimizle şerefe kadeh kaldırmak istiyoruz.

26.Biz, binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklara gelen turistlere, yine binlerce yıllık kültürümüzde var olan rakı-balık-meze, şarap-yemek uyumlarını en iyi anlatabileceğimiz görselleri sunmak, binlerce yıllık kültürümüzü anlatabilmek istiyoruz.

27.Biz, sevdiğimizle bir deniz ya da orman manzarasına bakarak ya da mehtabı batırarak kadeh tokuşturmak istiyoruz.

28.Biz, dini inançlarımızın ve sorumluluklarımızın sadece bizim meselemiz olduğunu düşünüyoruz.

29.Biz, tabii ki başkasının özgürlüğüne zarar vermeden özgür olmak istiyoruz.

30.Biz, bu hayatı kutlamak istiyoruz.

"Bu mektup/manifesto benim, bizim, onların değil destekleyen herkesindir! Eğer sen de desteklemek istiyorsan; bu yazıyı kendi facebook hesabında, blogunda, ya da nerede istersen orada yayınla.

Biz sesimizin hep birlikte daha güçlü çıkacağına inanıyor ve başbakanın söylediği gibi sadece %58'in değil geriye kalan %42'nin de Başbakanı olduğunu göstererek bu yazıyı dikkate alacağını umuyoruz! Hem belki %58’in içinde de bu manifestoyu destekleyenler vardır? Kim bilir…

Saygılarımızla,
Bir Grup Blogger!

25 Şubat 2011 Cuma

Not Al Arkadaşım

14.02 Pzt: 6 yıllık bir birliktelik. Aslına bakarsak öncesi bile var.. O zamanlar bu kadar tutku yok, ama varlığın güzel o dönemlerde bile. En vazgeçilmezi kadar tehlikeli yani. Nasıl başarıcam bilemiyorum. Sana henüz söyleyemedim. Ama bugün, ayrılmayı kafaya koydum...
15.02 Salı: Ayrılık düştü ya akla, bidaha sana asla sarılamayacağımı düşündükçe daha sık sarılmaya başladım. Bir an çıkaramadım aklımdan.. Oysa, ayrılık düşmemişken aklıma, saatler boyu seni düşünmediğim olurdu benim. Tuhaf!
16.02 Çarş: Sanki hiç bişi olmamış gibi. Herşey aynı. Sen, keyif veriyorsun bana hala. Sen, can sıkıntımı yerle bir ediyorsun.. Kararımdan korkmaya başladım. Ayrılabilir miyiz senle gerçekten?
17.02 Perş: Çok uykum var. Öyle böyle bir uyku değil. Kararım ufaktan mut eksikliği yaratmaya başladı sanırım. Bir de sen bugün, midemi bulandırıyorsun! Ama ben sana sarılmadan duramıyorum yine de. Verdiğin -alışılmışlık- duygusundan hoşlanmıyorum. Acı.. ama.. gerçek..
18.02 Cuma: Başım çatlıyo. Gözlerim düşecekmiş gibi ağrır benim bu kafam, koparıp atmak isterim ya, öyle işte. Midem bulanıyo. Saat 13.50 olmuş, normalde bu saate kadar senle en azından 6 kere görüşmüş olurduk. 3 kere görüştük topu topu.. Birinde hatta, baya kısa kesmek durumunda kaldım. Dayanamıyorum sana, ama kopamıyorum da.. Garip. Ve sanırım artık sen de hissediyosun!
19.02 & 20.02 Hafta Sonusu: İstanbul'daydım. Ben İstanbul'dayken seninle çokçok nadir görüşebiliriz zaten. Ve normalde, seninle görüşemediğim için mutsuz sinirli olurum, bi süre sonra senden başka hiç bişey düşünemez hale gelirim. Bu hafta sonu ben, seni hiç düşünmedim yahu.. Anladım ki, olsan da olmasan da idare edebiliyorum artık.
21.02 Pzt: Midemi bulandırmıyosun ama varlığınla yokluğun o kadar bir ki benim için artık, sen zorla çağırmadıkça aklımın köşesinden geçmez oldun. Sen her çağırdığında ise bi bahanem var, gelmek istemiyorum. Bugün 3 kere geçtin aklımdan, hiç sarılmadım ben sana.
22.02 Salı: Perşembe günü ayrılma kararımı açıklıyorum sana. Umarım kolay düşersin yakamdan. Çünkü artık her şey çok net ve ben seni hayatımda istemiyorum..
23.02 Çarş: Bugün bitse biterdi bu iş. Bi kere gereksiz yere sokuldum yamacına, hiç bişi anlamadan kaçtım sonra..
24.02 Perş: BİTTİ !!! nasılsa geri dönerim diye düşündüğün için olsa gerek, çok da zorlamadın beni.. oysa ne kadar kararlı olduğumu bir bilsen:) 


Yukarda yazılanlar bir ayrılık hikayesi değil. 
Ya da belki de tam olarak bir ayrılık hikayesi.. 
Bilemedim?

Dün, sigarayla olan tüm ilişkimi bitirdim. Bişeyi bitirdiğim zaman, geri dönmem genelde imkansızdır ve beni tanıyanlar bunu çok iyi bilir. Bişeyi hayatımdan çıkarma kararını çok zor alır, o andan sonra da geri dönmem çoğunlukla.. Ama bu bambaşka bir durum. Bir madde bağımlılığı, bir çeşit uyuşturucu bağımlılığı.. O nedenle büyük konuşmaktan korkuyor, bir taraftan da bitti diyor olmanın sonsuz özgüvenini yaşıyorum..

6 yıldır aktif olarak sigara içiyorum. Kimi zaman çok içtim, kimi zaman az ama asla sigarasız bir gün geçiremedim. Bunun öncesindeki 4 yılım ise "sosyal içici" yani daha açıkçası "otlakçı" olarak gelişti, ki şimdi anlıyorum ki aslında o zamanlar bile tiryakiydim.. Sadece bu illete para vermiyordum..
Sigarayı bırakmak hep aklımdaydı ama hiç aklımda yoktu bi yandan.. Bi zaman bırakacaktım illa ki ama o hiç bi zaman ŞİMDİ olamıyordu. 
Bırakacaktım çünkü ben sigara içen bir anne olmak istemiyordum. Çünkü dünyalar kadar çok sevdiğim sevgilim, bana sarıldığında zaman zaman geri çekilmek zorunda kalıyordu ve ben üzülüyordum. Çünkü ben sırf -şimdi canım sigara çeker de yanında içemem- diye çok istesem de annemle yeterince vakit geçiremiyordum. Çünkü benim sabahları ilk uyandığımda duyduğum koku saçlarımdan gelen sigara kokusu oluyordu. Çünkü ben bu kokudan nefret ediyordum. Çünkü düşünmek bile istemediğim hastalıklara sessizce zemin hazırladığımı biliyordum..  

Tanışmam çok ani oldu. Hep duyduğum, başarılı olduğuna dair hikayeler dinlediğim - okuduğum bir ilaçtı. İçimde biyerler durmadan "madem ilacı içip bırakıcam, öyleyse istediğim zaman alırım yutarım o hapları biter bu iş" diyordu ve ben kendimi "sigara içmeyi şu an seviyorum, öyleyse sonra" diyerek kandırmaya devam ediyordum.. Ofisteki arkadaşlarım toplu olarak bu kararı alıp, ilacı sipariş edeceklerini sölediklerinde yanaşmadım bile. Onlardan az içiyordum, sağlıksal bi sorun hiç yaşamamıştım üstelik keyif alıyordum(!) içmekten.. Ne gerek vardı? Biraz ısrar kıyamet, tamam dedim ben de alayım dursun.. Bi ara içerim nasıl olsa.. 
İlaçlarımız 14.02 Pzt günü geldi. Arkadaşlarımdaki hevesten ve sigara içen tek kişi kalma korkusundan olsa gerek, tuhaf bir hevesle ben de içtim ilk ilacı. Bırakıcaazzz heheyyyt diye diye sigara içerek geçen bi haftanın ardından, bi anda sigara İÇEMEDİĞİMİ fark ettim. Ama canım istiyordu.. Ama yakıp yakıp söndürüyor, içemiyordum.. Allaaammm noluyo bana diye ciyaklamak yerine, "len içmeyim o zaman akıllı olup" demeye başladım. Çok dayanılmaz hal alırsa yakıp, bi fırt çekip atacak şekilde 3gün daha içtim illeti. Ama o süre içinde bile, çok az sigara kokuyo olmamın da verdiği ekstra bir gazla "içsem de oluuur içmesem de" şeklinde bir noktaya gelmiştim. 
Sigarayı bırakıcam diye kendime bir gün belirlememi söylemekte idi ilaç, ilacı kullanmaya başladıktan sonraki 8 ila 14. günler arasında bir gün olacaktı bu.. Orta nokta oluversin madem diye, 11. günü seçmiştim ben. O gün, dündü.. 

İki gündür öyle rahatım ki. Durup durup saçlarımı kokluyorum. Sevgilime saçlarımı koklatıyorum, yüzündeki gülümsemeye bayılıyorum..
Şu an en çok bunun tamamen ilacın yarattığı bir ilüzyon olmasından korkuyorum. Şu an arada bir girdiğim nikotin krizlerinin ilacı bıraktıktan sonra şiddetlenmesinden korkuyorum.


İşte bu korkuları bertaraf edebilmek için bir de kitap okumaya başladım ve inanılmaz güzel telkin edebildiğimi fark ettim kendimi.
Bu kitapla veya Allen Carr'ın tüm dünyada yaygın olan seminerleriyle de sigarayı bırakan biçok insanı okudum-dinledim. Özellikle insanın kendini telkin edebilmesi ve içicilerin sigara ile ilgili olarak sığındıkları yalanları artık tekrarlamamaları konusunda inanılmaz yardımını görüyorum.
En büyük endişem, "stres yönetimini sigara olmadan nasıl sağlıcam ben" yönündeydi örneğin benim.. Kitabı okuyunca, sigaranın stresi yenmeye yardımcı olduğu yalanını öyle net anlıyor ve içmedikçe bunun doğruluğunu öyle net görüyorsunuz ki, inanın çok faydası oluyor...
Kitabı herkeslere öneririm, gözümü bile kırpmadan. Zararını göremeyeceğiniz gibi, yararını gören çoğunluktan biri de siz olabilirsiniz. (Kuzenim sadece kitabı okuyarak, sigara olayını kafasında bitirmeyi başarmıştır. Ablam ise Allen Carr seminerleri ile, sigarayı bırakmıştır.)


Champix konusunda ise, bana soracak olursanız şiddetle tavsiye ederim. Kısa süreli baş ağrıları, uyku hali ve mide bulantılarının dışında bir yan etkisini görmedim. Ancak doğruyu söylemek gerekirse, ilacın ispatlanmamış yan etkileri arasında kalp krizi geçirme riski yatıyor ki aslında bu baya ürkütücü.. Bir de depresyona eğilimliyseniz veya geçmişinizde psikolojik bir rahatsızlık yaşamışsanız, tetikleyici rolü olabiliyor denilmekte. Benim bu şekilde bir problemim hiç olmadı ve aksine bu süreçte sigaradan soğuduğumu hissettikçe kendimi daha iyi hissetmeye daha mutlu olmaya başladım. İlaç konusunda, doktora danışmakta ve bireysel durumunuzu göz önüne alarak detaylı araştırma yapmakta fayda olacaktır.
Ben ilacı içmeye 2 hafta daha devam ediyor olacağım. Sonrasında zorlanmam durumunda kitabı dönüp dönüp okuyarak, kendimi sigarasız bir hayata daha daha aşık edeceğim. 
Ve (umarım öyle bir durum olmaz ama) sigaraya olur da yeniden başlarsam, tekrar yazacağım. Evet, utanmadan yapacağım bunu... :)

Bitirirken;
Bişi merak edip araştırırken en çok ekşisözlük yorumlarını okumayı faydalı bulan biriyim sanırım, linkler bu nedenle ekşisözlük'ten verilmiştir. İnternette bahsettiğim iki yöntemle alakalı sonsuz kaynak bulacaksınız zaten..
Son olarak;
İnsanın hayatında varlığıyla kişiye kendini mutlu hissettirdiğini düşündüren ama aslında içten içe üzüntü veren - moralini düşüren - strese sokan durumlar, kişiler veya maddeler vardır..
Bunların yokluğunda mutsuz olacağımıza inandırırız kendimizi.. 
Oysa onların hayatlarımızdaki varlıkları bizi ömür boyu dengesiz bir ruh haline sürüklerken, hayatlarımızdan çıktıklarında duyduğumuz mutsuzluk tahmin bile edemeyeceğimiz kadar kısa sürer.. Ve sonra, ÖZGÜR kalırız :)

4 Şubat 2011 Cuma

Akbabalar, Linç ve Defne Joy

Her kelimesine katılarak, tek kelimesine bile dokunmadan paylaşıyorum.
Kaynak: AhmetSelçuk     
 "    Ölen 32 yaşında gencecik bir kadın. Geride kalan 18 aylık bir bebek,üzgün bir koca ve gözü yaşlı bir anne. Normal insanlar yada düzeltiyorum ”insanlar” böyle durumlarda, geride kalanlara destek olur, aramızdan ayrılana ise saygı gösterir. Ama bir de akbabalar var. O kadar pis besleniyorlar ki; iğrenmemek elde değil. ”Ölü” ne demek? Artık bu dünyada olmayan biri demek. Kendini savunma şansı olmayan biri demek. Sadece saygı bekleyen, toprağın altında kalmış bir beden demek. Israrla söyledim,yine söylüyorum; ölene saygı göstericek kadar bile şerefiniz yok sizin! Şerefsiz insanlarsınız siz,çok şerefsiz hem de.
       Serdar Arseven diye bir adam var, ”ıksırıncaya,tıksırıncaya kadar” küfrettim yazısına. Öyle bir yazı yazmış ki Defne Joy Foster’la ilgili; ”ben insan değilim” diye haykırmış resmen. ”içki tüm kötülüklerin anası” demiş; biz annemizi seviyoruz. Lakin; Serdar Arseven’in annesini bile tanımadığından eminim. O…. Çocukları diye bir film yayınlanmıştı, eğer 2. filmi çekmeyi düşünürse yapımcılar Serdar Arseven ve Hıncal Uluç başrölü rahatlıkla oynayabilir diye düşünüyorum. Bakın, Serdar Arseven’in yazdıklarından bir kaç cümle;
Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar…
Ve ilk geceden “oğlan evine” gitmişler!..
Türkiye laiktir laik kalacaaaaaaaaaaak!..”

        Böyle pislik adamların derdi, aslında Defne Joy falan değil. Bunların derdi; laiklik. Bunların derdi; Atatürk. Bunların derdi; baskı. Bunların derdi; yavşaklık! Defne Joy evli bir kadın olabilir, Dejne Joy barda tanıştığı bir adamın evine gitmiş olabilir, alkollü olabilir, yanlış yapmış olabilir. Lakin; Defne Joy’un evinde kocasıyla ne yaşadığından, birimizin bile en ufak bir bilgisi var mı? Belki zor bir evlilikti, belki de aldatılmıştı, belki başka sıkıntılar vardı. Defne Joy’un evinde ne yaşadığını bilmeden, hayatından bi haber olup, sırf alkol alıp,yeni tanıştığı bir adamın evine gitti diye, ölmüş bir kadını linç etmek ne kadar mantıklı? Yada sorumu düzeltiyorum; ne kadar insanca? Neyse Serdar Arseven denen adamın konusunu kapatıyorum,zaten hakkında çok şey yazmaya gerek bir insan değil bana göre.
        Hıncal Uluç var bir de. Bana göre dünden,bugüne hayatını incelediğinizde tam bir ahlaksızlık simgesi olan amca. Uyuşturucu partilerinde görülmüş,seks partilerinde görülmüş, 18 yaşında mankenlerle birlikte olmuş, medyada varolan gücünü kullanarak; gencecik kadınlarla birlikte olmuş, gazetecilikte her türlü rezilliği yaşamış, alkolün yakın dostu, kibirinden önünü göremeyen, kıçındaki kıllar ağarmış olmasına rağmen; halen saygı kelimesinin anlamını bilmeyen amca. Şimdi o amca diyor ki; ”Empati, mempati.. Hadi kendinizi İlker Yasin’in yerine koyun dostlarım..” Bizi boşver Hıncal amca, sen kendini Defne Joy’un kocasının yerine koy, emin ol ilk senin kendi yazından nefret ederdin. Neymiş? Evli bir kadın,bir çocuk annesi bir kadın, nasıl bekar bir adamın evine gidermiş? Sanane Hıncal amca? Zamanında kimse sana sordu mu, 18 yaşındaki kadınlarla birlikte olmak nasıl bir duygu diye? Ahlaktan yoksun adamların,ahlak dersi verdiği ülkedeyiz. Türkiye’deyiz. Hıncal Uluç ve Serdar Arseven denen adamlar, akbabalık ve linç felsefesiyle, karşısına çıkan tüm insanları ezen günümüz medyasının belki de yetiştirdiği en iyi akbabalardan, iki tanesidir.
       Tekrar söylüyorum; Defne Joy Foster çok sevdiğim veya hakkında çok fazla bilgimin olduğu bir insan değil. Ama bildiğim bir şey var; bu kadın henüz gencecik yaşında öldü ve geride gözü yaşlı bir koca,18 aylık bir bebek, gözü yaşlı bir aile bıraktı. İşte bu yüzden tek istediğim ölene ve geride bıraktıklarına azıcık saygı! Sızlatmayın kemiklerini, O genç kadının. İlk önce; ” kokain kullanmış,ondan ölmüş.” dediniz. Sonra; ”alkol almış, ondan ölmüş” dediniz. Her geçen gün yeni bir şeyler söylemeye devam ediyorsunuz. En azından ”insan” olduğunuzu belli etmek için; lütfen biraz susun! Lütfen hem ölene, hem geride bıraktıklarına huzur verin! Lütfen ama lütfen, binlerce kez lütfen toprağın altında kalan o bedene, azıcık ama azıcık saygı gösterin! "

Bahar




herşeyim!
hayatıma dokunduğun, beni iyileştirdiğin o günün üzerinden 
tam bir yıl geçti bugün..
beni bulan
benim olan
en güzel şey sensin..
sevgilim!
diliyorum,
bütün bir ömür birlikte geçsin.
çok seviyorum seni..



BayG: bu fotoğrafı ilerde delil olarak kullancam.
BayanG: ne için?
BayG: "bana artık böyle bakmıyosun" demek için :)
BayanG: ben hep böyle bakıcam ki sana :)))
"..çünkü sana değdiğinden beri ellerim
bütün kış dallarımda tomurcuklar var..,,

2 Şubat 2011 Çarşamba

Defne Joy Foster



bugün güzel bir gün olabilirdi..
bugün güzel bir gün olamadı!
ölüm ona yakışmadı saçmalığını geçelim
ölüm yakışmaz zaten kimselere
en hayat dolu en içten en sempatik
en -ben onu çok seviyorum- dediklerimiz öte yana
en nefret ettiklerimize bile yakışır değildir ölüm..




ölüm sadece
-hayat gerçekten çok kısa
nasıl bir anın ardından nerede ve nasıl biteceğini bilemezsin- gerçeğini
çok sevdiklerimiz
hiç sevmediklerimiz 
hatta belki kimi zaman hiç tanımadıklarımız üzerinden
yüzümüze çarpan bir -yok- oluş

sahi.. ne için üzülüyorduk dün?
bugün neye yoracağız bu kafamızı?
o aylar önce aldığımız, çok para verdik diye bir türlü giymeye kıyamadığımız cicilerimizi
yarın giyebilecek miyiz?
ben,
sevgilime yeterince seni seviyorum diyebildim mi?
diğer tüm küslüklerimi unutabildim mi?
tüm yaşanmışlıkları hiçe saydığımız o günler dünse, ve bugün varsak henüz
yarın tüm kaybettiklerimize değecek mi?

tüm bunları sorgulamak için çok mu genciz
ya da çok mu hayattayız henüz?
o da hayattaydı dün.. çok da gençti üstelik!
bugün yok..
yarına neleri ertelemişti kim bilir?

 
ölüm düşündürüyor
hayat izin vermiyor!
ölüm, kalanı yarım bırakıyor
kalan, yaşamaya devam ediyor
hayat, izin vermiyor....

nurlar içinde yat Defne Joy Foster

13 Ocak 2011 Perşembe

Tarife Tercüman

çok sevdiğim bir blogdan, kendimi tarife tercüman:
" cümle biriktirmek - içimde içimde - ve onların türkçesini hiç bulamamak..
- neceler kimbilir? -
bulamamaktan dolayı susmak..
ve gün gelip, cümleler biriktirdiğim şeyden ya da kişiden küt diye uzaklaşıp soğumak benim işimdir..
evet bir iş gibi yaparım bunu, hiç şaşmaz..
peki karşımdakinin suçu nedir?
peki bu psikopatlığım niyedir?
zamana kaprisime bak; konuşturmaya çalışsınlar beni istiyorum..
kendime ‘nah’ demek isterim yüksek müsaadenizle!
ha bunun yanında biri bir şey söylediğinde hemen aynı örnekten kendimi anlatmaya başlamamdan ben de rahatsızım evet.
açık, aceleci, ve çocuğum.
ve bunu bahane yaparak hep sıyrılıyorum.
allah beni kahretmesin! ,,

Kaynak: benbangbang