25 Şubat 2011 Cuma

Not Al Arkadaşım

14.02 Pzt: 6 yıllık bir birliktelik. Aslına bakarsak öncesi bile var.. O zamanlar bu kadar tutku yok, ama varlığın güzel o dönemlerde bile. En vazgeçilmezi kadar tehlikeli yani. Nasıl başarıcam bilemiyorum. Sana henüz söyleyemedim. Ama bugün, ayrılmayı kafaya koydum...
15.02 Salı: Ayrılık düştü ya akla, bidaha sana asla sarılamayacağımı düşündükçe daha sık sarılmaya başladım. Bir an çıkaramadım aklımdan.. Oysa, ayrılık düşmemişken aklıma, saatler boyu seni düşünmediğim olurdu benim. Tuhaf!
16.02 Çarş: Sanki hiç bişi olmamış gibi. Herşey aynı. Sen, keyif veriyorsun bana hala. Sen, can sıkıntımı yerle bir ediyorsun.. Kararımdan korkmaya başladım. Ayrılabilir miyiz senle gerçekten?
17.02 Perş: Çok uykum var. Öyle böyle bir uyku değil. Kararım ufaktan mut eksikliği yaratmaya başladı sanırım. Bir de sen bugün, midemi bulandırıyorsun! Ama ben sana sarılmadan duramıyorum yine de. Verdiğin -alışılmışlık- duygusundan hoşlanmıyorum. Acı.. ama.. gerçek..
18.02 Cuma: Başım çatlıyo. Gözlerim düşecekmiş gibi ağrır benim bu kafam, koparıp atmak isterim ya, öyle işte. Midem bulanıyo. Saat 13.50 olmuş, normalde bu saate kadar senle en azından 6 kere görüşmüş olurduk. 3 kere görüştük topu topu.. Birinde hatta, baya kısa kesmek durumunda kaldım. Dayanamıyorum sana, ama kopamıyorum da.. Garip. Ve sanırım artık sen de hissediyosun!
19.02 & 20.02 Hafta Sonusu: İstanbul'daydım. Ben İstanbul'dayken seninle çokçok nadir görüşebiliriz zaten. Ve normalde, seninle görüşemediğim için mutsuz sinirli olurum, bi süre sonra senden başka hiç bişey düşünemez hale gelirim. Bu hafta sonu ben, seni hiç düşünmedim yahu.. Anladım ki, olsan da olmasan da idare edebiliyorum artık.
21.02 Pzt: Midemi bulandırmıyosun ama varlığınla yokluğun o kadar bir ki benim için artık, sen zorla çağırmadıkça aklımın köşesinden geçmez oldun. Sen her çağırdığında ise bi bahanem var, gelmek istemiyorum. Bugün 3 kere geçtin aklımdan, hiç sarılmadım ben sana.
22.02 Salı: Perşembe günü ayrılma kararımı açıklıyorum sana. Umarım kolay düşersin yakamdan. Çünkü artık her şey çok net ve ben seni hayatımda istemiyorum..
23.02 Çarş: Bugün bitse biterdi bu iş. Bi kere gereksiz yere sokuldum yamacına, hiç bişi anlamadan kaçtım sonra..
24.02 Perş: BİTTİ !!! nasılsa geri dönerim diye düşündüğün için olsa gerek, çok da zorlamadın beni.. oysa ne kadar kararlı olduğumu bir bilsen:) 


Yukarda yazılanlar bir ayrılık hikayesi değil. 
Ya da belki de tam olarak bir ayrılık hikayesi.. 
Bilemedim?

Dün, sigarayla olan tüm ilişkimi bitirdim. Bişeyi bitirdiğim zaman, geri dönmem genelde imkansızdır ve beni tanıyanlar bunu çok iyi bilir. Bişeyi hayatımdan çıkarma kararını çok zor alır, o andan sonra da geri dönmem çoğunlukla.. Ama bu bambaşka bir durum. Bir madde bağımlılığı, bir çeşit uyuşturucu bağımlılığı.. O nedenle büyük konuşmaktan korkuyor, bir taraftan da bitti diyor olmanın sonsuz özgüvenini yaşıyorum..

6 yıldır aktif olarak sigara içiyorum. Kimi zaman çok içtim, kimi zaman az ama asla sigarasız bir gün geçiremedim. Bunun öncesindeki 4 yılım ise "sosyal içici" yani daha açıkçası "otlakçı" olarak gelişti, ki şimdi anlıyorum ki aslında o zamanlar bile tiryakiydim.. Sadece bu illete para vermiyordum..
Sigarayı bırakmak hep aklımdaydı ama hiç aklımda yoktu bi yandan.. Bi zaman bırakacaktım illa ki ama o hiç bi zaman ŞİMDİ olamıyordu. 
Bırakacaktım çünkü ben sigara içen bir anne olmak istemiyordum. Çünkü dünyalar kadar çok sevdiğim sevgilim, bana sarıldığında zaman zaman geri çekilmek zorunda kalıyordu ve ben üzülüyordum. Çünkü ben sırf -şimdi canım sigara çeker de yanında içemem- diye çok istesem de annemle yeterince vakit geçiremiyordum. Çünkü benim sabahları ilk uyandığımda duyduğum koku saçlarımdan gelen sigara kokusu oluyordu. Çünkü ben bu kokudan nefret ediyordum. Çünkü düşünmek bile istemediğim hastalıklara sessizce zemin hazırladığımı biliyordum..  

Tanışmam çok ani oldu. Hep duyduğum, başarılı olduğuna dair hikayeler dinlediğim - okuduğum bir ilaçtı. İçimde biyerler durmadan "madem ilacı içip bırakıcam, öyleyse istediğim zaman alırım yutarım o hapları biter bu iş" diyordu ve ben kendimi "sigara içmeyi şu an seviyorum, öyleyse sonra" diyerek kandırmaya devam ediyordum.. Ofisteki arkadaşlarım toplu olarak bu kararı alıp, ilacı sipariş edeceklerini sölediklerinde yanaşmadım bile. Onlardan az içiyordum, sağlıksal bi sorun hiç yaşamamıştım üstelik keyif alıyordum(!) içmekten.. Ne gerek vardı? Biraz ısrar kıyamet, tamam dedim ben de alayım dursun.. Bi ara içerim nasıl olsa.. 
İlaçlarımız 14.02 Pzt günü geldi. Arkadaşlarımdaki hevesten ve sigara içen tek kişi kalma korkusundan olsa gerek, tuhaf bir hevesle ben de içtim ilk ilacı. Bırakıcaazzz heheyyyt diye diye sigara içerek geçen bi haftanın ardından, bi anda sigara İÇEMEDİĞİMİ fark ettim. Ama canım istiyordu.. Ama yakıp yakıp söndürüyor, içemiyordum.. Allaaammm noluyo bana diye ciyaklamak yerine, "len içmeyim o zaman akıllı olup" demeye başladım. Çok dayanılmaz hal alırsa yakıp, bi fırt çekip atacak şekilde 3gün daha içtim illeti. Ama o süre içinde bile, çok az sigara kokuyo olmamın da verdiği ekstra bir gazla "içsem de oluuur içmesem de" şeklinde bir noktaya gelmiştim. 
Sigarayı bırakıcam diye kendime bir gün belirlememi söylemekte idi ilaç, ilacı kullanmaya başladıktan sonraki 8 ila 14. günler arasında bir gün olacaktı bu.. Orta nokta oluversin madem diye, 11. günü seçmiştim ben. O gün, dündü.. 

İki gündür öyle rahatım ki. Durup durup saçlarımı kokluyorum. Sevgilime saçlarımı koklatıyorum, yüzündeki gülümsemeye bayılıyorum..
Şu an en çok bunun tamamen ilacın yarattığı bir ilüzyon olmasından korkuyorum. Şu an arada bir girdiğim nikotin krizlerinin ilacı bıraktıktan sonra şiddetlenmesinden korkuyorum.


İşte bu korkuları bertaraf edebilmek için bir de kitap okumaya başladım ve inanılmaz güzel telkin edebildiğimi fark ettim kendimi.
Bu kitapla veya Allen Carr'ın tüm dünyada yaygın olan seminerleriyle de sigarayı bırakan biçok insanı okudum-dinledim. Özellikle insanın kendini telkin edebilmesi ve içicilerin sigara ile ilgili olarak sığındıkları yalanları artık tekrarlamamaları konusunda inanılmaz yardımını görüyorum.
En büyük endişem, "stres yönetimini sigara olmadan nasıl sağlıcam ben" yönündeydi örneğin benim.. Kitabı okuyunca, sigaranın stresi yenmeye yardımcı olduğu yalanını öyle net anlıyor ve içmedikçe bunun doğruluğunu öyle net görüyorsunuz ki, inanın çok faydası oluyor...
Kitabı herkeslere öneririm, gözümü bile kırpmadan. Zararını göremeyeceğiniz gibi, yararını gören çoğunluktan biri de siz olabilirsiniz. (Kuzenim sadece kitabı okuyarak, sigara olayını kafasında bitirmeyi başarmıştır. Ablam ise Allen Carr seminerleri ile, sigarayı bırakmıştır.)


Champix konusunda ise, bana soracak olursanız şiddetle tavsiye ederim. Kısa süreli baş ağrıları, uyku hali ve mide bulantılarının dışında bir yan etkisini görmedim. Ancak doğruyu söylemek gerekirse, ilacın ispatlanmamış yan etkileri arasında kalp krizi geçirme riski yatıyor ki aslında bu baya ürkütücü.. Bir de depresyona eğilimliyseniz veya geçmişinizde psikolojik bir rahatsızlık yaşamışsanız, tetikleyici rolü olabiliyor denilmekte. Benim bu şekilde bir problemim hiç olmadı ve aksine bu süreçte sigaradan soğuduğumu hissettikçe kendimi daha iyi hissetmeye daha mutlu olmaya başladım. İlaç konusunda, doktora danışmakta ve bireysel durumunuzu göz önüne alarak detaylı araştırma yapmakta fayda olacaktır.
Ben ilacı içmeye 2 hafta daha devam ediyor olacağım. Sonrasında zorlanmam durumunda kitabı dönüp dönüp okuyarak, kendimi sigarasız bir hayata daha daha aşık edeceğim. 
Ve (umarım öyle bir durum olmaz ama) sigaraya olur da yeniden başlarsam, tekrar yazacağım. Evet, utanmadan yapacağım bunu... :)

Bitirirken;
Bişi merak edip araştırırken en çok ekşisözlük yorumlarını okumayı faydalı bulan biriyim sanırım, linkler bu nedenle ekşisözlük'ten verilmiştir. İnternette bahsettiğim iki yöntemle alakalı sonsuz kaynak bulacaksınız zaten..
Son olarak;
İnsanın hayatında varlığıyla kişiye kendini mutlu hissettirdiğini düşündüren ama aslında içten içe üzüntü veren - moralini düşüren - strese sokan durumlar, kişiler veya maddeler vardır..
Bunların yokluğunda mutsuz olacağımıza inandırırız kendimizi.. 
Oysa onların hayatlarımızdaki varlıkları bizi ömür boyu dengesiz bir ruh haline sürüklerken, hayatlarımızdan çıktıklarında duyduğumuz mutsuzluk tahmin bile edemeyeceğimiz kadar kısa sürer.. Ve sonra, ÖZGÜR kalırız :)

4 Şubat 2011 Cuma

Akbabalar, Linç ve Defne Joy

Her kelimesine katılarak, tek kelimesine bile dokunmadan paylaşıyorum.
Kaynak: AhmetSelçuk     
 "    Ölen 32 yaşında gencecik bir kadın. Geride kalan 18 aylık bir bebek,üzgün bir koca ve gözü yaşlı bir anne. Normal insanlar yada düzeltiyorum ”insanlar” böyle durumlarda, geride kalanlara destek olur, aramızdan ayrılana ise saygı gösterir. Ama bir de akbabalar var. O kadar pis besleniyorlar ki; iğrenmemek elde değil. ”Ölü” ne demek? Artık bu dünyada olmayan biri demek. Kendini savunma şansı olmayan biri demek. Sadece saygı bekleyen, toprağın altında kalmış bir beden demek. Israrla söyledim,yine söylüyorum; ölene saygı göstericek kadar bile şerefiniz yok sizin! Şerefsiz insanlarsınız siz,çok şerefsiz hem de.
       Serdar Arseven diye bir adam var, ”ıksırıncaya,tıksırıncaya kadar” küfrettim yazısına. Öyle bir yazı yazmış ki Defne Joy Foster’la ilgili; ”ben insan değilim” diye haykırmış resmen. ”içki tüm kötülüklerin anası” demiş; biz annemizi seviyoruz. Lakin; Serdar Arseven’in annesini bile tanımadığından eminim. O…. Çocukları diye bir film yayınlanmıştı, eğer 2. filmi çekmeyi düşünürse yapımcılar Serdar Arseven ve Hıncal Uluç başrölü rahatlıkla oynayabilir diye düşünüyorum. Bakın, Serdar Arseven’in yazdıklarından bir kaç cümle;
Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar…
Ve ilk geceden “oğlan evine” gitmişler!..
Türkiye laiktir laik kalacaaaaaaaaaaak!..”

        Böyle pislik adamların derdi, aslında Defne Joy falan değil. Bunların derdi; laiklik. Bunların derdi; Atatürk. Bunların derdi; baskı. Bunların derdi; yavşaklık! Defne Joy evli bir kadın olabilir, Dejne Joy barda tanıştığı bir adamın evine gitmiş olabilir, alkollü olabilir, yanlış yapmış olabilir. Lakin; Defne Joy’un evinde kocasıyla ne yaşadığından, birimizin bile en ufak bir bilgisi var mı? Belki zor bir evlilikti, belki de aldatılmıştı, belki başka sıkıntılar vardı. Defne Joy’un evinde ne yaşadığını bilmeden, hayatından bi haber olup, sırf alkol alıp,yeni tanıştığı bir adamın evine gitti diye, ölmüş bir kadını linç etmek ne kadar mantıklı? Yada sorumu düzeltiyorum; ne kadar insanca? Neyse Serdar Arseven denen adamın konusunu kapatıyorum,zaten hakkında çok şey yazmaya gerek bir insan değil bana göre.
        Hıncal Uluç var bir de. Bana göre dünden,bugüne hayatını incelediğinizde tam bir ahlaksızlık simgesi olan amca. Uyuşturucu partilerinde görülmüş,seks partilerinde görülmüş, 18 yaşında mankenlerle birlikte olmuş, medyada varolan gücünü kullanarak; gencecik kadınlarla birlikte olmuş, gazetecilikte her türlü rezilliği yaşamış, alkolün yakın dostu, kibirinden önünü göremeyen, kıçındaki kıllar ağarmış olmasına rağmen; halen saygı kelimesinin anlamını bilmeyen amca. Şimdi o amca diyor ki; ”Empati, mempati.. Hadi kendinizi İlker Yasin’in yerine koyun dostlarım..” Bizi boşver Hıncal amca, sen kendini Defne Joy’un kocasının yerine koy, emin ol ilk senin kendi yazından nefret ederdin. Neymiş? Evli bir kadın,bir çocuk annesi bir kadın, nasıl bekar bir adamın evine gidermiş? Sanane Hıncal amca? Zamanında kimse sana sordu mu, 18 yaşındaki kadınlarla birlikte olmak nasıl bir duygu diye? Ahlaktan yoksun adamların,ahlak dersi verdiği ülkedeyiz. Türkiye’deyiz. Hıncal Uluç ve Serdar Arseven denen adamlar, akbabalık ve linç felsefesiyle, karşısına çıkan tüm insanları ezen günümüz medyasının belki de yetiştirdiği en iyi akbabalardan, iki tanesidir.
       Tekrar söylüyorum; Defne Joy Foster çok sevdiğim veya hakkında çok fazla bilgimin olduğu bir insan değil. Ama bildiğim bir şey var; bu kadın henüz gencecik yaşında öldü ve geride gözü yaşlı bir koca,18 aylık bir bebek, gözü yaşlı bir aile bıraktı. İşte bu yüzden tek istediğim ölene ve geride bıraktıklarına azıcık saygı! Sızlatmayın kemiklerini, O genç kadının. İlk önce; ” kokain kullanmış,ondan ölmüş.” dediniz. Sonra; ”alkol almış, ondan ölmüş” dediniz. Her geçen gün yeni bir şeyler söylemeye devam ediyorsunuz. En azından ”insan” olduğunuzu belli etmek için; lütfen biraz susun! Lütfen hem ölene, hem geride bıraktıklarına huzur verin! Lütfen ama lütfen, binlerce kez lütfen toprağın altında kalan o bedene, azıcık ama azıcık saygı gösterin! "

Bahar




herşeyim!
hayatıma dokunduğun, beni iyileştirdiğin o günün üzerinden 
tam bir yıl geçti bugün..
beni bulan
benim olan
en güzel şey sensin..
sevgilim!
diliyorum,
bütün bir ömür birlikte geçsin.
çok seviyorum seni..



BayG: bu fotoğrafı ilerde delil olarak kullancam.
BayanG: ne için?
BayG: "bana artık böyle bakmıyosun" demek için :)
BayanG: ben hep böyle bakıcam ki sana :)))
"..çünkü sana değdiğinden beri ellerim
bütün kış dallarımda tomurcuklar var..,,

2 Şubat 2011 Çarşamba

Defne Joy Foster



bugün güzel bir gün olabilirdi..
bugün güzel bir gün olamadı!
ölüm ona yakışmadı saçmalığını geçelim
ölüm yakışmaz zaten kimselere
en hayat dolu en içten en sempatik
en -ben onu çok seviyorum- dediklerimiz öte yana
en nefret ettiklerimize bile yakışır değildir ölüm..




ölüm sadece
-hayat gerçekten çok kısa
nasıl bir anın ardından nerede ve nasıl biteceğini bilemezsin- gerçeğini
çok sevdiklerimiz
hiç sevmediklerimiz 
hatta belki kimi zaman hiç tanımadıklarımız üzerinden
yüzümüze çarpan bir -yok- oluş

sahi.. ne için üzülüyorduk dün?
bugün neye yoracağız bu kafamızı?
o aylar önce aldığımız, çok para verdik diye bir türlü giymeye kıyamadığımız cicilerimizi
yarın giyebilecek miyiz?
ben,
sevgilime yeterince seni seviyorum diyebildim mi?
diğer tüm küslüklerimi unutabildim mi?
tüm yaşanmışlıkları hiçe saydığımız o günler dünse, ve bugün varsak henüz
yarın tüm kaybettiklerimize değecek mi?

tüm bunları sorgulamak için çok mu genciz
ya da çok mu hayattayız henüz?
o da hayattaydı dün.. çok da gençti üstelik!
bugün yok..
yarına neleri ertelemişti kim bilir?

 
ölüm düşündürüyor
hayat izin vermiyor!
ölüm, kalanı yarım bırakıyor
kalan, yaşamaya devam ediyor
hayat, izin vermiyor....

nurlar içinde yat Defne Joy Foster